KALKINMA EKONOMİSİ

Yirminci yüzyılın yarısına yakın bir süre dünya iki kutuplu ve sürekli soğuk savaş rüzgârlarının estiği bir ortamdan, tek bir ülkenin egemen güç haline gelmeye başladığı bir dünyaya evrilirken ve dünya ülkeleri arasındaki gelir dağılımı giderek ciddi oranda daha da eşitsiz bir hal alırken, bu soruna ilk planda çözüm üretmesi gereken iktisat biliminin yetersiz kaldığını gözlemliyoruz. Ulusal ve uluslararası anlamda ortaya çıkan gelir/kaynak dağılımı eşitsizliklerinin piyasada ‘görünmez bir el’ tarafından düzeltilebileceği yaklaşımının iktisatta egemen anlayış olmasından bu yana, çözüm konusunda kayda değer bir adım atıldığını söylemek zordur.

Büyüme ve Gelişme Sorunsalı Arasındaki İlişki

• Hem toplumsal hem de kişi başına gelirin artırılması sorunu iktisadi gelişme sorunsalının da merkezinde yer almaktadır.

• Ekonomik kalkınma, bir ülkedeki üretim ve gelir artışlarının yanında ekonomik, sosyal, kültürel, sağlık, eğitim, siyasal, politik, vb. alanlarda yaşanan değişim süreci olarak tanımlanabilir.

Kalkınma ifadesiyle, ülkede yükseliş gösteren niceliksel artışlarla beraber, niteliksel değişme yolundaki her şeye işaret edilmektedir.

• Kalkınma kavramı az gelişmiş ülkelerdeki değişim süreciyle özdeşleşmiştir. Kalkınmanın yaşandığı ülkelerde, maddi refahın arttırılması, üretimde kullanılan girdiler ve elde edilen çıktıların bileşiminin değiştirilmesi gibi süreçleri içerir.

Bu bağlamda düşünüldüğünde, ekonomik gelişme tarımsal üretim faaliyetlerinde imalat sanayine dayalı üretim faaliyetlerine geçişin yanında toplumsal yapı ve siyasal sistem olarak da sanayi üretimi ile uyumlu modernleşme sürecini içermektedir. Bu nedenle kişi başına düşen reel üretimde hızlı ve devamlı bir yükselişin yanında, toplumun demografik yapısının, ekonomik düzeninin ve teknolojik alt yapısının değişimi de dikkate alınmaktadır. Böyle bir hâsıla artışı sağlanmadan bir gelişme sürecinden bahsedilmesi olanaksızdır. Bu nedenle gelişme özü itibariyle bir iktisadi büyüme sorunsalıdır. a gelişme iktisadının temel sorunsalı yalnızca ölçeğin ya da hâsılanın artış meselesinden ibaret değildir. Bunun ötesinde günümüz gelişmiş ülkeleri için söz konusu olmayan önemli bazı problemlerin yanında yapısal değişme gibi araştırma alanlarını da içermektedir. İşte bunun içindir ki kalkınma bir büyüme gelişme meselesi olduğu kadar, belki bundan daha çok bir başkalaşma, şekil değiştirme meselesidir.

Bu bağlamda iktisadi gelişme iktisadi büyüme sorunun uzantısı olmakla birlikte iktisadi büyümeden farklı olarak şu beş unsuru daha içermektedir.

• Sürdürülebilir büyüme • Üretimde yapısal değişim • Teknolojik gelişme • Sosyal, siyasal, kurumsal modernleşme • İnsani gelişmede yaygın iyileşme.

Kalkınma İktisadının Evrimi

Kalkınma Ekonomisinin Doğuşu

Özel olarak azgelişmiş olarak tanımlanan toplumların sorunlarıyla ilgilenen gelişme ekonomisinin kökleri 1930-1940’da Latin Amerika’ya ve 1943-1953 döneminde Batı Avrupa ve Kuzey erika’ya kadar uzanmaktadır. Latin erika’nın iktisatçıları 1929 büyük bunalımı ve İkinci Dünya Savaşının yıkıcı etkisiyle büyük sarsıntı geçiren ülkelerine yönelik geliştirmiş oldukları politika paketleriyle gelişme ekonomisinin temellerini atmışlardır. Özellikle Arjantinli iktisatçı “Raoul Prebish” uluslararası ticaretin çökmesi nedeniyle bir dizi önlemin alınmasını önermiştir. Latin Amerika’da yaşanan bu gelişme ileride Yapısalcı Okul olarak adlandıracak yaklaşımın temellerinin atılmasına neden olmuştur. Diğer taraftan 1940 ve 1950’lerde batının gelişmiş ülkeleri sömürge geçmişlerinden kurtulan azgelişmiş ülkelerle özellikle SSCB’den kaynaklanan komünizm tehdidi nedeniyle ilgilenmeye başlamışlardır. Bu nedenlerle azgelişmişlik sorununun gelişme iktisadı disiplini ile beraber ele alınması bu disiplinin neoklasik iktisat disiplininden bir kopmayı ya da sapmayı teşkil edecek tarzda ortaya çıktığı İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme rastlamaktadır.

Bu ilginin şekillenmesinde ve teorik bir içerik kazanmasında birçok faktör etkili olmuştur:

• Ortodoks ize olan inancın zayıflamasının yanı sıra,

• Keynesgil görüşün başarısı,

• Harrod/Domar’ın büyüme teorisi çalışmaları,

• Kapalı bir ekonomide tüketimi bastırma ve ağır sanayiye yatırım politikalarını takip ederek yüksek büyüme hızları elde etmiş olan Sovyetler Birliği’nin tecrübesi.

Bunun nedeni ise İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin özgül koşullarında aranmalıdır. Bu özgül koşullar ise şu şekilde sıralanmaktadır:

• Gelişmekte olan ülkelerin politik özerklik kazanması,

• Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelen sermaye yatırımları ve teknolojik yardımlar,

 • Gelişmekte olan ülkelerin kendi gelişme politikalarını üretebilmek ve izleyebilmek için uygun bir uluslararası ortam.

Bu uluslararası koşullarda azgelişmiş ülkelerin gelişmiş olan ülkelerden farklı problemleri olduğu algısı özellikle batı kökenli iktisatçıların kafasında oluşturmuştur. Diğer taraftan soğuk savaşın yarattığı politik iklim rekabet halindeki her iki bloğunda kendi kalkınma reçeteleri ile azgelişmiş ülkelerin karşılarına çıkması sonucunu doğurmuştur. Kendi reçetelerinin en doğrusu olduğunu düşünen batılı birçok iktisatçı bu nedenle öncelikle Latin erika ülkeleri olmak üzere azgelişmiş ülkelerle ilgilenmeye başlamışlardır.

Hirschman’a Göre Kalkınma Ekonomisi

Hirschman tarafından önerilen klasikleşmiş kavramsal çerçeveye göre ise gelişme iktisadı, “tek iktisat anlayışı ve karşılıklı çıkar argümanları çerçevesinde iz edilebilir.” Tek iktisat anlayışı, her yerde ve her zaman geçerli iktisadi kurallar bulunduğunu öne sürer, bu yaklaşımın reddi ise azgelişmiş ülkelerin bir grup olarak paylaştıkları bir dizi özgül ekonomik koşul ve özellikler nedeniyle ileri sanayi ülkelerinden ayrı tutulması gerektiği ve bu nedenle sanayileşmiş ülkeler üzerinde yoğunlaşan geleneksel iktisadi izin azgelişmiş ülkeler söz konusu olduğunda birçok açıdan değiştirilmek zorunda olduğunu savunur. Karşılıklı çıkar iddiası ise bu iki ülke grubu arasındaki iktisadi ilişkilerin her iki tarafa da çıkar sağlayacak şekilde biçimlendirilebileceği saptamasına dayanmaktadır. Bu iki iddianın kabul ya da reddi, dört temel tavır ya da yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır. Melez yaklaşıma, yani Gelişme İktisadı’na göre ise; azgelişmiş ülkelerin ekonomik yapısındaki bazı özellikler ortodoks izin önemli bir kısmını uygulanamaz ve yanıltıcı kılmaktadır. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin karşılıklı çıkara dayanması ve gelişmiş ülkelerin azgelişmişlerin kalkınmasına katkıda bulunması mümkündür. İşte bu iki önermenin birleşmesi ile özellikle İngiltere ve ABD olmak üzere batının ileri sanayi ülkelerinde, İkinci Dünya Savaşı sonunda “Gelişme İktisadı” disiplini doğmuştur.

Ekonomik Gelişmenin Aşamaları

W. W. Rostow, 1960 yılında yayınladığı “Ekonomik Gelişmenin Aşamaları” adlı kitabında, ekonominin gelişme süreci bakımından bütün toplumların birbirini izleyen beş aşamadan geçtiğini ifade etmiştir. Bu aşamalar şöyle sıralanmaktadır:

 i) Geleneksel toplum dönemi

 ii) Kalkışa (kalkınmaya) hazırlık dönemi

 iii) Kalkış (kalkınma) dönemi

 iv) Olgunluk dönemi

 v) Kitle tüketimi dönemi

W. W. Rostow bu çalışmasında, iktisadi gelişmeyi tarihsel açıdan ele alarak 18. yüzyılın sonlarından itibaren çeşitli ülkelerde meydanagelen gelişmeleri incelemek suretiyle genel bir sonuca varmaya çalışmıştır. Belirlediği aşamalar ile bu aşamaların genel özellikleri ve yaklaşık süreleri teorisinin ana çizgilerini oluşturmaktadır.

Rostow’da Kalkınma Sürecinin Aşamaları

1. Geleneksel aşama

• Geleneksel toplum döneminde bulunan ülkelerdetarımın, büyük bir ağırlığı vardır. Üretim tekniği ilkeldir. İşbölümü gelişmemiştir. Kişi başına gelir oldukça düşüktür. Toprakların büyük bir bölümü küçük bir azınlıkta toplanmıştır. Tarım sektörü hava koşullarının etkisi altında bulunduğundan üretimde büyük dalgalanmalar olmakta ve bu durum ekonominin bütününü etkilemektedir. • Toplumun ekonomik, siyasi ve hukuki kurumları gelişmemiş durumdadır. • Bütün bunların doğal sonucu olarak ekonomi durgun bir görünüm arzeder. Ekilen alanların genişletilmesi, bazı yeniliklerin gerçekleştirilmeye çalışılması, nüfusun artması vb. nedenlerle bu aşamada bulunan toplumların yavaş da olsa bir değişme içinde oldukları söylenebilir. • Geçmişteki Çin Hanedanlıkları, Orta Doğu ve Akdeniz medeniyetleri, Orta Çağın Avrupa ülkeleri geleneksel toplum döneminin bazı örnekleridir.

2. Kalkışa Hazırlık Dönemi

• Bu dönem, iktisadi büyüme ve kalkınmaya başlayabilmek için gerekli önkoşulların hazırlandığı dönemdir. • Sermaye birikiminin hızlanması, altyapının oluşturulmaya başlaması, teknik yeniliklerin artması ve bu yeniliklerin uygulamaya konması, tarımda ve sanayide verimin yükselmesi, tarımın önemini kaybederken sanayi sektörünün gelişmeye başlaması, kırsal nüfusun azalmasına karşın kent nüfusunun artması, nüfus artış hızının yavaşlaması, ulaşım ağının kurulması ve haberleşme alanındaki gelişmeler bu koşulların başlıcalarını oluşturur. • Bu dönemde sosyal değişim de hızlanmaya başlar. Milliyetçilik akımının güçlenmesi dikkat çekicidir. Toplumda bir aydın sınıfın doğması ve ulusal bilinçlenmenin hızlanması önemli etkiler yaratmaya başlar. • İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri kalkışa hazırlık dönemini 17. yüzyılın sonlarında 18. yüzyılın başlarında tamamlamışlardır.

3. Take-off aşaması

• Kalkış ya da kalkınma dönemi, bir önceki dönemde başlayan kalkınma hamlesinin devamlılığa dönüştüğü dönemdir. • Rostow’a göre kalkışın başlayabilmesi için üç ana koşul vardır. Bunlar: • i) Net tasarruf ve yatırımlar milli gelirin %5’inden % 10’una veya daha yukarıya çıkmalıdır. • ii) İmalat sanayii yaygın şekilde kurulmalıdır. • iii) Modern yapıya uygun sosyal, politik ve hukuki yapı oluşturulmalıdır.

Rostow’un lider sektörünün özellikleri:

1. Lider olacak sektörün ürettiği ürünün piyasası hızla genişleyebilmelidir.

2. Lider sektör ikincil piyasa genişlemeleri yaratabilmelidir.

3. Karların yeniden ilgii sektöre yatırılmasını olanaklı kılacak, sürekli bir sermaye arzı söz konusu olmalıdır.

4. Lider sektöre yeni üretim fonksiyonları yani teknolojik ilerleme girebilmelidir.

Yaklaşık olarak, İngiltere 18. yüzyılın son yirmi yılında, Fransa ve erika Birleşik Devletleri 1830-1860 döneminde, Almanya ve 19. yüzyılın üçüncü yirmibeş yılında, Japonya 19. yüzyılın son yirmibeş yılında, Rusya ve Kanada 1890-1914 döneminde, Hindistan ve Çin ise 1950’den sonra kalkış dönemlerini gerçekleştirmişlerdir.  Rostow, Türkiye için kalkış döneminin başladığı tarihi 1937 olarak kabul etmiştir.

4. Olgunluk dönemi

• Olgunluk dönemi, yaklaşık olarak kalkış döneminin başından altmış yıl veya sonaerişinden kırk yıl sonra başlamaktadır. • Bu dönemde milli gelirin % 10 ila % 20 arasında değişen bir bölümü düzenli şeklide yatırımlara ayrılır. Dönemin en belirgin özelliği, kalkış dönemindeki öncü sektörlerin sayıca artması ve yaygınlaşmasıdır. • Olgunluk döneminde artık ekonominin hemen hemen bütün kesimlerinde modern teknolojiler uygulanmaya başlar. Ülke her çeşit malı üretebilecek duruma gelir. • İhracatın içinde sanayi malları büyük bir ağırlık kazanır.

5. Kitle Tüketimi Aşaması

• Bu aşamaya ulaşan toplumlarda dayanıklı tüketim malları üreten sektörler ile hizmetler sektörü gittikçe gelişerek ekonominin başlıca sektörleri durumuna gelir. Dikiş makinası, bisiklet, çeşitli elektrikli alet ve makinalar ve otomobil gibi malların üretim ve tüketiminde büyük artışlar gerçekleşir. Yükselen gelirler bu tür mallara olan talebi arttırdığından, bunların üretimi hızlanırken alışılmış yiyecek ve giyecek mallarına olan talep nispi olarak azalmaya başlar. İşgücünün gerek toplam gerekse kentsel nüfustaki payında büyük artışlar gerçekleşir. Ayrıca, çalışanlar içinde vasıflı işgücü oranı da artar. Sosyal refah ve emniyet toplumda ön plana geçer. • Bu aşamaya gelmiş olan ülkeler; refah devleti, dayanıklı tüketim malları üretimi ve dış politika ile askeri alanda üstünlük sağlamak ve hakim duruma gelmek için üç amaç arasında kendi koşullarına ve tercihlerine göre bir denge kurmaya çalışırlar. • erika Birleşik Devletleri için bu dönem 1913’de HenryFord’un seri otomobil üretimine geçmesiyle başlatılabilir. Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya bu döneme 1950’lerde girmişlerdir. Kalkış dönemini ilk tamamlayan ülke olmasına rağmen, sosyal güvenlik ve adil gelir dağılımı politikalarına öncelik vermesi gibi nedenlerle İngiltere’nin bu aşamaya ulaşması gecikmiştir.

Rostow’un Teorisinin Eleştirisi • Rostow’un teorisine karşı yürütülen eleştirilerinen derli toplu olanını Simon Kuznets yapmıştır. Kuznets’e göre: • i) Her safha, diğer safhalarda da bulunan ve ölçülebilir olan bazı ortak özellikler göstermelidir. • ii) Belli bir safhaya ait özelliklerin tümü sadece o safhaya özgü olmalıdır. • iii) Herhangi bir safhanın önceki ve sonraki safhalarla olan itik bağlantısı tespit edilmeli ve açık şekilde gösterilmelidir. • iv) Teoride kalkış dönemi ile olgunluğa geçiş dönemi birbirinden kesin şekilde ayrılamamıştır.

Klasik Teoriler

Kalkınma Ve Yapısal Değişim

Yapısal Değişme ve Basit Aşama Teorisi • 1939’da A.G.B.Fischer’in “Üretim, Birincil, İkincil ve Üçüncül” adlı makalesi • 1940’da C.Clark’ın “Ekonomik Büyümenin Koşulları” başlıklı makalesi • Basit Aşama Teorisine göre ülkeler belli aşamalardan geçerek kalkınabilirler. • Üretim faaliyetleri • Birincil (tarım, ormancılık, madencilik…) • İkincil (imalat, inşaat…) • Üçüncül (hizmetler…)

Yapısal Değişimin Kaynakları

• Sektörlerin Gelir Esnekliği

• Birincil ürünlere yönelik talebin gelir esnekliği düşük iken, ikincil ve üçüncül ürünlere olan talebin gelir esnekliğinin yüksek olması durumu olan Engel Kanunu geçerli olmaktadır.

• Gıda Zorunlu malı 0<eg<1

• Engel Kanunu: Gelir artışı, tarım ve gıda üretimini daha az tüketim malı sanayilerini hızla arttırır.

• Teknolojik Gelişme

• Diğer bir neden de, verimlilik artışıyla birlikte, ücretlerin, imalât ve hizmetler sektörlerinde tarım sektörüne kıyasla daha hızlı artmasıdır.

Clark ve Fisher, üretim faaliyetlerini birincil (tarım, ormancılık, madencilik vb.) ikincil (imalât, inşaat vb.) ve üçüncül (hizmetler) faaliyetler olarak ayırmış; ülkelerin gelişmişliklerini birincil, ikincil ve üçüncül faaliyetlerintoplam ekonomi içindeki paylarına göresınıflandırmıştır. Gelişmekte olan ülkeler kaynaklarını daha çok birincil faaliyetlere tahsis ederken, gelişmiş olanlar ikincil faaliyetlere, son aşamada bulunan olgun gelişmiş ülkeler de üçüncül faaliyetlere tahsis etmektedir. Clark, iktisadî büyüme süreci devam ettiğinde faaliyet yapısının değişeceğini, bunun bir nedeninin insanların geliri yükseldikçe gelirlerinden birincil ürünlere harcanan kısmın azalarak diğer ürünlere kayması olduğunu ve böylece ekonomide yapısal değişimin meydana geleceğini iddia etmektedir.

H.B.Chenery’nin görüşleri

Chenery’e göre optimal kaynak dağılımı ilepiyasa mekanizması arasındaki ilişki zayıftır.  Girişimci kârı ile sosyal kâr arasındaki fark ne kadar büyükse kaynak dağılımı optimalden uzaklaşır. Chenery’e göre, Engel Kanunu gereğince bir ülkede sanayinin payının yükselişi, kişi başına gelirdeki yükselişe eşlik eder. Ancak, bu her ülkede görülmeyebilir. Zira iç talebin kompozisyonundaki değişim, dış ticaret yolu ile dengelenebilir. Birincil üretimde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülke, sanayi payının yükselmemesine rağmen, daha yüksek bir gelir seviyesine gelebilir. Yine de, talepteki değişim ile sanayileşme arasında güçlü bir ilişkinin varlığı verilerle gösterilmektedir. Bu durumda Chenery, bir ülkenin büyümesinin, tarihsel olarak, ticaret ve teknolojinin değiştirdiği bir yapı içinde ortaya çıkabildiğini ileri sürmektedir.

• Chenery’ye göre, sanayileşme, iktisadî yapıda üç değişimi gerektirir: 1. Tüm sektörler içerisinde imalât sanayinin öneminde artış; 2. Sanayi üretiminin kompozisyonunda değişim (yatırım malları, ara mallar ve tüketim malları) 3. Her bir mal için üretim teknikleri ve arz kaynaklarında değişim. Chenery’ye göre, gelir artıkça tüketim mallarının payı düşerken, yatırım mallarının payı artmaktadır.

S.Kuznets’in görüşleri

• Kuznets’e göre tasarruf ve yatırımların milli gelir içindeki payı arttıkça milli gelir yükselir.

• Büyümenin ilk aşamalarında gelir dağılımı adaletsiz olacak, büyümenin sonraki aşamalarında düzelecektir

• İktisadî büyümede; kişi başına gelirin arttığı, öncelikle emeğin ve diğer üretim faktörlerinin verimliliğinin yüksek olduğu, yapısal değişimin tarım aleyhine ve fakat sanayi ve ticaret lehine oluştuğu, firmaların kişisel firmalardandaha organize firmalara dönüştüğü, sosyal yapıda kentleşme ve laikleşme olgularının yaşandığı, ulaşım ve haberleşme teknolojisinin en yoğun şekilde kullanıldığı dikkat çekmektedir.

SANAYİLEŞME VE BÜYÜME

• Sanayileşme ve büyüme üzerine yapılan çalışmaların öncüsü niteliğinde olan Kaldor’un büyüme teorisinde sanayi üretimi ve sanayileşme olgusu büyük önem taşımaktadır. Sanayileşmenin ekonominin itici gücü olduğu tezi Michael Kalecki ye kadar dayanmaktadır. Kalecki ikinci dünya savaşı sonrasında gerçekleştirdiği çalışmasında sanayi araştırması ileöncü bir adım atmıştır • 1920’lerde İngiliz iktisatçı Allyn Young, sektörler arası ağ tipi bağlantıların ekonominin genelinde ölçeğe göre artan getirinin ana kaynağı olduğunu öne sürmüştür. Bu varsayımlar Kaldor’un çalışmalarına temel teşkil etmiştir. Bu görüşlerden yola çıkan Kaldor bu etkilerin varlığını doğrulayarak sanayi sektörünü ekonominin itici gücü olarak görmüş ve sanayide ölçeğe göre artan getiri sebebiyle sermaye birikimi ve yatırımların artan getirisi ve sanayi sektörünün sağladığı pozitif dışsallıkla ekonomik büyümenin hızlanacağını savunmuştur.

SANAYİ SEKTÖRÜNÜN ÖNEMİ

• Sanayi sektörü, gerek diğer sektörlerle olan bağlantısı gerekse yarattığı katma değer ve istihdam bakımından ekonomik büyümenin kilit sektörü konumundadır.

• Sanayi sektörünün gelişmesi, tarım ve hizmetler sektörlerini de olumlu yönde etkilemektedir.

 • Sanayi sektörü sahip olduğu geniş alt sektör yelpazesi nedeniyle ekonominin diğer tüm sektörlerinden önemli ölçüde ara girdi talep ve arz eden bir niteliğe sahip olmasından dolayı tarım ve hizmetlerin gelişmesinde de belirleyici rol oynamaya devam etmektedir.

• Tarım ve hizmetler, sanayinin yarattığı yüksek gelirli tüketicilerden, daha ileri donanım ve girdilerden, daha gelişmiş depolama ve ulaşım kolaylıklarından büyük faydalar sağlamaktadır. Örneğin tarım sektöründe üretkenliğin artmasını sağlayantarım makineleri, zirai ilaç ve gübre gibi ürünler ile hizmet kesiminde üretkenliğin artmasını sağlayan haberleşme ve ulaşım araçları ve bilişim teknolojileri imalat sanayileri tarafından geliştirilmekte ve üretilmektedir.

• Bankacılık, ulaşım, sigorta, iletişim ve reklam gibi hizmetlere en büyük talep sanayi sektöründen gelmektedir. Yani, hizmetler kesimindeki büyüme eğilimi büyük ölçüde sanayi sektöründeki hareketlenmeye göre biçimlenmektedir.

• Bunların yanı sıra, sanayi sektörü bilhassa finans, teknik eğitim, tasarım, bakım onarım ve lojistik gibi yeni hizmet sektörlerinin gelişmesinde ve söz konusu sektörlerde teknik ve idari beceriler yaratılmasında kilit bir rol oynamaktadır.

• Tarım sektörü, gelişmesini sürdürmek ve verimliliğini artırmak için sanayi sektöründen girdi almak zorunda olduğu gibi, bu sektöre hammadde de sağlamaktadır.

KALDOR YASALARI

Kaldor (1966; 1968)’a göre sanayi sektöründe var olanölçeğe göre getiri nedeniyle sermaye birikiminin veyayatırımların getirileri Neo-Klasik iktisat teorisinin öngördüğü gibi azalmayıp artmaktadır. Sanayi sektörü sahip olduğu söz konusu özellikler nedeniyle, ekonomi genelinde pozitif dışsallıklar sağlamakta ve bu dışsallıklar aracılığıyla ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır. Kaldor’a göre sanayi sektörünün büyümesi sadece kendi içinde değil, aynı zamanda geniş işbölümü olanaklarıyla diğer sektörlerde de verimlilik düzeyini yükseltmektedir. Kaldor bu yüzden sanayi sektörünü “büyümenin motoru“ (engine of growth) olarak kabul etmektedir

BİRİNCİ KALDOR YASASI

• Kaldor’un sanayi sektörünün “büyümenin motoru (engine of growth)” olduğunu gösteren ilk yasasını göstermektedir.

• Kaldor’a göre sanayi sektörünün büyümesi sadece kendi içinde değil, aynı zamanda geniş iş bölümü imkânları ile diğer sektörlerde de verimlilik düzeyini yükseltmektedir.

• Söz konusu yasaya göre, sanayi sektörünün büyümesi ve iktisadi büyüme arasında birincisinden ikincisine doğru pozitif yönlü bir ilişki vardır. Yani, sanayi sektörü ne kadar hızlı büyürse ekonomide o kadar hızlı büyüyecektir.

İKİNCİ KALDOR YASASI (Kaldor-Verdoorn Yasası)

Kaldor-Verdoorn Yasası sanayi sektöründeki üretim artışının yine bu sektörde verimliliğin daha hızlı bir oranda artmasına yol açacağını ileri sürmektedir.

• Kaldor-Verdoorn Yasası, statik ve dinamik ölçeğe göre artangetiriler nedeniyle sanayi sektöründe işgücü verimliliği ile üretim miktarı arasında pozitif bir ilişki olduğunu ima etmektedir.

• Sanayi sektöründeki dinamik ölçek kazançlarının kaynağını, kaynakların daha etkin kullanılmasına neden olarak verimlilik artışına neden olan yaparak öğrenme (learning bydoing), görerek öğrenme (economies of experiences or time) gibi içsel unsurların yanı sıra dışsal ekonomiler oluşturmaktadır.

ÜÇÜNCÜ KALDOR YASASI

• Statik ve dinamik ölçeğe göre artan getiriler nedeniyle sanayi sektöründe işgücü verimliliği ile üretim miktarı arasında pozitif, ancak azalan verimler kanunu nedeniyle sanayi sektörü dışındaki diğer sektörlerde (tarım ve hizmetler gibi) işgücü verimliliği ile üretim miktarı ve istihdam hacmi arasında negatif bir ilişki olduğunu varsaymaktadır.

• Kaldor’a göre, işgücünün, emek verimliliğinin düşük olduğu sanayi dışı sektörlerden, yüksek olduğu sanayi sektörüne olan aktarımı, kısmen ekonominin verimlilik düzeyininkısmen de büyüme oranının belirlenmesinde rol oynayacaktır.

İKİLİ YAPI / DUALİTE

• Ekonomik ve sosyal bölünmüşlük

• Sektörler ya da bölgeler arasındaki teknolojik gelişmişlik farkları

• Kesimler arasındaki sosyal gelenek ve davranış farkları

Düalizm Teorisi

Düalizm, ya da ikili yapı, bir ülkede ekonomik, sosyal, teknolojik ve bölgesel alanlarda birbirinden farklı ve yalıtılmış olan iki ayrı kesimin (geleneksel ve modern Kesim olduğunu ifade eden bir yaklaşımdır.

GELENEKSEL KESİM: Kapalı toplum, aile ekonomisi, dar piyasalar ve sınırlı mübadele, kısıtlı haberleşme ve ulaşım imkanları, geleneksel değer yargıları, zayıf sosyal ve kültürel faaliyetler, geleneksel emek-yoğun üretim yöntemleri düşük verimlilik.

MODERN KESİM: Kapitalizmin gerektirdiği ilişkiler üzerine kurulu gelişmiş bir toplum, piyasa ekonomisi, ileri teknoloji, sermaye-yoğun üretim teknikleri yüksek verimlilik, gelişmiş haberleşme ve ulaşım sistemleri, ileri düzeyde sosyal ve kültürel faaliyetler.

Düalizmin Ortaya Çıkışına Neden Olan Bazı Faktörler

a. Sömürgecilik faaliyetleri; az gelişmiş bir ülkeyi sömürgesine alan bir ülke, az gelişmiş ülkedeki mevcut yapısal duruma, kendi amaçları doğrultusunda kurduğu yeni yapıyı ekler. Birbirine zıt iki yapı oluşur.

b. Az gelişmiş ülkenin her hangi bir bölgesinde değerli bir hammadde/madenin bulunmasıyla kurulan yeni tesislerle farlı bir yapı doğarken diğer kesimlerde geleneksel yapı mevcudiyetini sürdürür.

c. Yabancı sermayenin girdiği alanlarda yada kuruluş yeri teorilerinde de açıkladığı üzere cazibe alanlarında küçük azınlığın yapacağı yatırımlar neticesinde farklı sosyal ve kültürel bir yapı oluşabilir.

Sosyolojik Düalizm

AZ GELİŞMİŞ EKONOMİ: Sosyo-Psikolojik Özellikler: 1) Sınırlı ihtiyaçlar 2) Fiyat değişmelerine karşı duyarsızlık: -Fiyat yükselince arzın artması -Ücret yükselince işgücünün daha az çalışmak istemesi (Geriye dönen emek arz eğrisi)gibi. 3) Risklere katılma isteksizliği (Bilinçli olarak yatırım yapmama) 4) Geleneksel değer yargıları 5) Süreklilik taşımayan spekülatif kăr ve gelir anlayışı 6) Kadercilik ve boyun eğme.

GELİŞMİŞ EKONOMİ: Sosyo-Psikolojik Özellikler: 1) Sınırsız ihtiyaçlar 2) Fiyat değişmelerine aşırı duyarlık 3) Risklere girme ve yatırım yapma alışkanlığı 4) Ekonomik-teknik değer yargıları 5) Normal kar ve gelir anlayışı 6) Sağduyu ve geleceğini belirleme isteği

AZ GELİŞMİŞ EKONOMİ: Organizasyonla İlgili Özellikler: 1) Çalışma disiplini ve organizasyonunun yokluğu 2) Uzmanlaşma yokluğu 3) Sınırlı para ekonomisi 4) Geleneksel ticari yöntemler 5) Ekonomik kaynakların hareketsizliği.

GELİŞMİŞ EKONOMİ: Organizasyonla ilgili özellikler: 1) Disiplinli ve organize çalışma 2) Uzmanlaşma  3) Geniş para ekonomisi 4) Profesyonel ticaret 5) Hareketli ekonomik kaynaklar.

AZ GELİŞMİŞ EKONOMİ: Teknolojik Özellikler: 1) Standartlaşma yokluğu 2) Küçük ölçekli üretim ve esnek olmayan arz 3) Değişmeyen teknoloji 4) Geleneksel mal üretimi

GELİŞMİŞ EKONOMİ: Teknolojik Özellikler: 1) İleri standartlaşma 2) Büyük ölçekli üretim ve esnek arz 3) Değişen teknoloji 4) Yeni mallar üretimi